1 Temmuz 2012 Pazar

BALKAN DÜŞLERİ..



 Her şey geçen baharda içimde bir sıkıntının uyanıp beni yeni yerlere, yeni yüz ve seslere doğru çekmesiyle başladı ve 13 yıl önce bir gece gördüğüm bir düşü anımsayıverdim bir sabah. O düşü gördükten sonra uyandığımda epeyce gülmüştüm çünkü yine bir büyük yolculuğun arifesindeydim o günlerde ve düşümde beni Balkanlara çağıran ihtiyarın çağrısının tam aksi yöne doğuya, Asya'ya gitmek üzereydim... Ve işte 13 yıl sonra geçen mayıs ayında yine o ihtiyarı gördüğüm düşü anımsamamla birlikte Balkanlara doğru yola çıkmaya karar verdim. 
Düşümdeki çağrıya uyarak yolculuğuma Makedonya'dan başladım... 


Macedonia-Skopje (Makedonya-Üsküp)

10 Haziran 2012 günü öğle vaktinde Üsküp (Skopje) havaalanından Üsküp'e girdim. Havaalanının önünden Üsküp şehir merkezine giden bir otobüse bindim. Otobüs havaalanından çıktıktan sonraki gördüğüm manzara daha o ilk dakikalarda bile bu yolculuğa çıkmakla ne kadar iyi bir karar verdiğimi anladım.
 Üsküp'e giden yol çok güzeldi, her yeri yemyeşil bir ova, küçücük bahçeli evler, kiliseler, camiler, tarlalar ve dağlar.... Bir hafta öncesinden Üsküp'de  ucuz bir hostel ayarlamıştım. Bu macerada  Üsküp'de hiç gecelemeden Hırvatistan'a Dubrovnik'e ulaşmak için bir otobüs bulmam gerektiği için şehirler arası otobüs terminaline geldiğinde otobüsten indim. Otobüs terminali içinde pek çok otobüs firmasının ofislerinin bulunduğu herhangi bir Anadolu şehrinin terminali gibi ki tek bir farkla o da ofislerde çalışanların erkek değil geneli kadındı. 

Kadınların Balkanlarda gezdiğim yerlerde Türkiye'dekinin aksine temel işgücünü oluşturup özellikle hizmet sektörünün her alanında kadınların çalışıyor oluşu beni şaşırttı. Genel tuvaletler dahil temizlik işlerinde, marketlerde, bizdeki tekel bayiileri gibi yerlerde gördüğüm çalışanların %99' u kadındı. Bu durumun tek istisnası Üsküp'ün müslüman yerleşimiydi ki bu da dinin kadının sosyo ekonomik yaşamdaki yerini belirleyen temel ölçü olduğuna en net gösterge oldu. Tabii ki eski Yugoslavya'nın sosyalist bir cumhuriyet olduğunu ve bugünkü bu durumda bunun da önemli etkisi olduğunu unutmamak gerek.

Üsküp Terminali 2-3 katlı bir bina olup alt kat otobüs terminali için en üst kat ise tren istasyonu olarak kullanılmaktadır. Terminalde bir change ofisinde önce makedon dinarı aldım ve otobüs ayarlama işini sonraya bırakıp yürüyerek şehir merkezine gitmek üzere terminalden çıktım. Şehir sakin ve boştu. Çiçek açmış ağaçların kokusu beni çarptı yürürken ve Üsküp aklımda hep bu kokuyla kaldı... 
Üsküp'e hakim bir tepe üstüne dikilmiş şehrin her yerinden görünen devasa boyutlardaki gri beton bir haç hristiyan çoğunluk olan makedonların  şehrin sahibi olduğunun ezici bir ispatıydı. Üsküp'de eğer müslüman azınlık yaşayacaksa bu haçın gölgesinde yaşaması gerektiğini herkese göstermekteydi. 
Vardar nehri kıyısından ilerleyip müslüman yerleşimlerinin olduğu çarşıya ulaştım. Oturan bir gurup adama "türkçe bilen var mı " soruma "hepimiz biliyoruz" diye karşılık alınca rahatladım. Karnım aç olduğundan önce bir lokantaya girdim. Yemekler güzel ve temizdi pilav hariç çünkü nedense pilav çok sertti ve benim damak tadıma uymadığından pilavı yiyemedim. Yemeğin ardından beni çay içmeye davet eden bir müslüman türkle çay içip sohbet ettik. Vardar nehri şehri defacto olarak bölen bir sınır gibi bu şehirde. Nehrin bir yanı müslüman,  diğer yanıysa hristiyan bölgesi. İki kültür arasında herhangi bir sürtüşme olmadığını barış içinde yaşadıklarını öğrendim ama burada yaşayan müslümanlar Üsküp'ün bir hristiyan şehri olduğunu kabul etmesinin kaçınılmaz olduğunu da hissettim... 
sohbetin ve küçük dinlenmenin ardından bir taksiye binip tekrar otobüs terminaline döndüm ve penceresinde "İstanbul" yazısıyla birlikte Türkiye' nin popüler tatil beldelerinin isimlerini gördüğüm bir ofise girdim. İngilizce bilen müslüman  Boşnak bir kız olan Azemina bana bilet için yardımcı oldu ve direkt Dubrovnik'e otobüs bileti bulamadığımdan Dubrovnik'e 2 saat uzaklıktaki Montenegro (Karadağ) da "Herceg Novi" şehrine gitmek için bir bilet aldım. 2 saat kadar bir süre burada Azemina ile sohbet ederken Makedonya hakkında pek çok şey öğrendim. Ofiste satılan büyük Balkan haritalarından birini satın alarak tüm yolculuk boyunca ihtiyaç duyacağım haritama da kavuşmuş oldum. Azemina hemen haritayı açıp Herceg Novi' yi  ve otobüsün rotasını bana gösterdi. Haritadan bakınca pek de uzak olmadığını düşündüğüm Herceg Novi yolculuğu 14 saat sürdü ve ilk gecem yolda geçti ki dönüş için tekrar Üsküp'e geleceğimden son gecemin de yolda geçeceğini anlamış oldum...
Herceg Novi otobüsü beklediğimin aksine çok daha konforluydu ve otobüs içinde 4 kişinin etrafında karşılıklı oturabileceği bir masa olan 4'lü koltuklardan biri olan kolltuğuma yerleşip otobüsün kalkmasını beklemeye başladım. Yol arkadaşlarımdan ilki ve günler sonra Dubrovnik terminalinde Split otobüsüne binmek üzereyken tekrar karşılaşıp sarılacağım Koreli  Yup gelip karşıma oturdu. Yup Türkiye'den geldiğimi öğrenince memnun oldu çünkü Balkanlardan önce Türkiye'yi dolaşmış ve çok beğenmiş. Yup, Montenegro (Karadağ) yolcusu, sırasıyla tüm Balkan ülkelerini gezip Avrupa içlerine devam eden, benimle aynı yaşta ve benim gibi sırt çantalı bir gezgin benden bu konuda tek farkı onun çok zamanı olması benimse zamanımın kısıtlı oluşu...
Yup'la sohbet ederken boş olan 2 koltuğumuzun sahipleri de geldiler. 25 yaşlarında iki genç, onlar da Montenegro (Karadağ) yolcusuydu biri Makedon diğeri Montenegro'lu iki hristiyan. Gençler Montenegro da bir otelde çalışıyorlarmış makedon olan barmenlik yapıyormuş... Makedon genç çok neşeli hareketliydi yol boyunca uyumamıza izin vermeden sürekli bizi güldürdü...Onunla yaptığımız uzun sohbetlerden Makedonya'yı ve Balkanları bir  hristiyan açısından dinleme olanağı buldum.
Bu yolculukla Makedonya'ya daha sonra tekrar görüşmek üzere veda ettim. Ve otobüsümüz Kosova'nın içinde ilerlemeye başladı...

Kosova

Yolumuz Kosova'nın içinden geçti ve bir kere 30dk. lık bir mola verdik sadece. Kosova yemyeşil bir ülke. Dikkatimi çeken ilk şey evlerin tümünün çok bakımlı ve temiz oluşuydu. Evlerin hepsi bahçeli ve birbirlerinden ayrık nizamdaydılar.  Kosova zengin bir büyük tatil köyü gibiydi. Güzel, bakımlı evler avrupa ve amerikan arabaları... Hiç bir şey eski ve bakımsız değildi bu hali beni çok şaşırtmıştı çünkü öncesinde fakir küçük bir ülke bekliyordum. Mola yerinde marketten yaptığım alışverişte tüm Kosova' da yerel paranın yanında euronun da günlük ticarette geçerli olduğunu öğrendim. Kosova benim gözümde küçük ve mutlu mesut insanlar ülkesi olarak yer etti.

Montenegro (Karadağ )

Kosova' dan sonra son durağımız olan Montenegro'ya girdik. Montenegro' yu giderken gece olduğu için pek bir şey farkedemedim fakat dönüşte gündüz gözüyle görebildim. Gece Herceg Novi'ye gelmeden önce büyük bir mola yerinde yarım saat kadar yemek molası verdi otobüsümüz. Arkadaşlarla lavaboya gittik ama erkek tuvaleti dolu olduğundan barmen arkadaş kadınlar tuvaletine daldı. Ben diğerleriyle onun çıkmasını beklerken genç bir bayan yanımıza geldi ve durumu anlayıp bana bakarak çok değişik bir şiveyle : kadınlar tuvaletine seni arkadaş mı girdi ? diye sordu. ben de erkeklerinki doluydu herhalde çok sıkıştı diye açıklama yaptım.. bizim barmen çıktıktan sonra bayana izin verdik tabii girmesi için ve çıktıktan sonra birlikte dışarıdaki masaların birine oturup sohbet ettik. Montenegrolu bir melezmiş Annesi türk babası arnavutmuş. Türkiye'de teyzesi varmış ve ara sıra Türkiye'ye gezmeye gelirmiş. Ondan şoföre beni Herceg Novi'de indimesini tembih etmesini istedim, sağolsun şoförle onun dilinden konuşup u işi halletti...
Sabah erkenden otobüsümüz Herceg Novi' ye nihayet vardı ve son durakta indikten sonra hemen 2 saat mesafedeki Dubrovnik için bilet alırken Dubrovnik' de kaldığım sürece benimle arkadaşlık edecek olan Yunanlı bir çiftle tanıştım : Cyprio ve Veta
Bu yunanlı arkadaşlarla uzun uzun türk-yunan ilişkilerinden, ekonomi politikadan ve toplumsal  günlük yaşamdan tarihsel olaylara kadar pek çok konuda sohbet ettik. Bu yolculuk öncesinde yunanlılara karşı olan ön yargım onlar sayesinde dağılıp yok oldu, birlikte çok iyi anlaştık Dubrovnik' de soğuk tatlı şaraplar içerek güldük, onların samimi arkadaşlıklarını ve uzun sohbetlerimizi asla unutamam...
Herceg Novi, dönüşte gündüz gözüyle gördüğüm Montenegro'nun olağanüstü güzel sahil şehirlerinden biri. Montenegro'nun para birimi euro ve fiyatlar Türkiye'dekiyle hemen hemen aynı.


Croatia ( Hırvatistan )



Dubrovnik 

Dubrovnik' e gelmeden 1 saat kala sınırdan geçtik. Hırvatistan sınırına kadar otobüsten inmeme bile gerek kalmadan sınır polislerinden biri otobüse binip pasaportumu alıyordu ve geçiş işlemleri yapılıp şoför tek tek tüm yolculara pasaportlarını iade ediyordu fakat Hırvat sınır polisi beni otobüsten indirdi ve sorgulamaya başladı. Neden Hırvatistan'a geldiğimi, ne yapacağımı, rezervasyonlarımı sordu ve sonunda paramla birlikte kredi kartımı görmek istedi. O kısa ve sinirli görüşmeden sonra gayet ukala bir şekilde  lütfedermiş gibi geçişimi onayladı.
Bu kısa can sıkıcı durum Dubrovnik'i yukarıdan görünce unutuldu gitti tabii...
Dubrovnik hala yaşayan bir masal şehir benim için. Tüm eski kent taştan yapılmış bir kale içinde hala canlı hala olabildiğince gizemli. Dubrovnik terminalinden kale kapısına 20dk. lık bir şehir içi otobüsüyle ulaştım. Eski şehir tamamen aslına uygun şekilde korunmuş. Daha önce bu kadar temiz ve güzel bir şehir görmemiştim. Bu şehir sanırım herkesi olduğu gibi beni hemen içine alıp büyüledi. Kale içinde taş bir evde kaldım. Evin sahibi yaşlı  bir hırvat kadındı ve ingilizcesi benimkinden bile kötüydü ama hiç bir sorun da çıkmadı aramızda, nazikçe bana odamı, banyomu ve ihtiyaç duyabileceğim temel şeyleri gösterdi.. Evin üst katında o kalıyordu alt katta ben. Gördüğüm diğer evler gibi harika tertemiz ve düzenli taş bir evdi, 1 gece için 200 kuna istedi ki bu da gayet uygun bir fiyattı bu oda için. Duş alıp üstümü değiştikten sonra, yol yorgunluğunu iyice atmak, daha önceden ününü duyduğum hırvat şaraplarının hemen tadına bakmak için kendimi şehre, kalabalığın içine, daracık taş sokaklara bıraktım... Turist sezonunda şehrin nüfusunun büyük çoğunluğu turistlerden oluşmakta. Şehir içinde araç trafiği yok, sadece yaya olarak gezilebilmekte ki zaten şehrin sosyal yapılarının bulunduğu düz meydan dışındaki evlerin hepsi daracık merdivenli sokaklardan oluşmakta. Dubrovnik'i anlatmaya da gerek yok zaten bilinen popüler bir şehir... Gelelim şarap bahsine : Bu şehirde şarap içene kadar meğer ben ömrümde hiç şarap içmemişim ve bize Türkiye' de şarap diye zehir içirmişler ! Üstelik şarap fiyatları da tadına göre çok ucuz... Çok kısıtlı tatil bütçesi olanlar aynı şarapları marketlerden yarı fiyatına edinip sahilde bir güzel içebilirler. Ayrıca normal şarapların dışında özellikle, üstünde kırık buz parçaları yüzen soğuk tatlı şaraplardan denemelerini öneririm. O sıcak havada ve şehirde yapılan uzun yürüyüşlerin ardından buz gibi soğuk tatlı şarap tüm yorgunluğu almakta... Yemek olarak adriyatik kıyısında bulunulduğundan balık ve deniz ürünleri ile pizza gayet uygun.
Şehrin içindeki gezintiden sonra 70 kuna'ya bir bilet alıp kale surları üstünde bir yürüyüş yapıp şehrin tüm çevresini dolaştım. Şehre hakim bir tepede Üsküp'deki gibi giri beton dev bir haç dikkatimi çekti ama bence gereksiz çünkü şehrin her yeri buranın çok özel bir hristiyan kenti olduğunu haykırmakta zaten her yerden duyulan çan sesleriyle...
Hırvatlar çok medeni insanlar ve ülke için en önemli sektör turizm olduğundan her şey buna göre düzenlenmiş bu şehirde. Bir turist olarak verilen hizmetlerden son derece memnun kalıp hiç bir konuda zorluk çekmedim. Pek çok yerde kredi kartı kullanılabilmekte üstelik bankaların atm' lerinden de kredi kartı ile nakit olarak kuna çekilebilmekte...
Dubrovnik'de harika 2 gün geçirdikten sonra 2. günü saat 18:00 da Plitvice otobüsüne bindim ve Adriyatik sahillerini seyrederek yola devam ettim..


                                                                        
                                                                      Plitvice


8 saat kadar bir otobüs yolculuğu ardından gece 02:00 dolaylarında Plitvice'ye ulaştım.. Otobüs beni Plitvice Gölleri' nin bulunduğu milli parkın girişinde indirdi ve iner inmez çok soğuk bir hava beni çarptı. Titrerken hemen sırtçantamdan kalın kıyafetlerimi ve yağmurluğumu çıkartıp giyindim, neyse ki yol hali diyerek dağa çıkar gibi kalın kıyafetler almıştım yanıma.. Benimle birlikte otobüsten 2 turist daha inmişti ve şort ve t-shirtleriyle son derece hazırlıksız yakalandılar soğuk geceye.. Turistler 20'li yaşlarında Amerika'dan gelmiş gençlerdi : Lucy ve Tina... Kısa ve öz tanışma faslından sonra geceyi geçireceğimiz korunaklı bir yer aramaya başladım ve karanlık olmasına rağmen etrafta bir kaç kulübe gibi yapı farkettim. Kulübelerden birine girdikten sonra uyku tulumumu çıkartıp açtım ve yanımdaki arkadaşlarla sabahı bu kulübede tulumun altında karşıladık..
Sabah saat 7:00 da parkın kapıları açılınca biletimi aldım. Park içinde çeşitli güzergah ve uzunlukta çok çeşitli parkurlar var. Girişte alınan bilet üzerinde parkurun haritası da var ama tüm parkurda patikalar doğal ahşap döşeli olduğundan ve tabelalar sayesinde kör olmadığınız sürece haritaya ihtiyacınız kalmıyor ki içine girilen bu cennetin güzelliği insanı bir anlığına kör de edebilir. Pek çok güzel yer gördüm fakat Plitvice benim için asla unutamayacağım eşsiz bir cennet olarak kalacak.. Bu güzelliği anlatmak için kelimeler yerine çektiğim sayısız fotoğraf karelerinden bir kaç tanesini buraya koymayı tercih ediyorum...



Plitvice göllerinin diğer fotoğrafları için : http://www.flickr.com/photos/22473431@N04/sets/72157630184104344/



                                                                               Split                                                 
                                                                 
 Hırvatistan'ın Zagreb'den sonra 2. büyük şehri Split... Split'in eski tarihi şehri Dubrovnik gibi çok iyi korunmuş. Eski şehrin içinde bir hostelde kaldım, gayet temiz ve güzel bir yerdi. Palasın dışında pek çok eski tarihi taş evlerde de kalmak mümkün ve onlar sanırım daha ucuzdur ama ben 2 gecedir uykusuz ve yorgun olduğum için bunun için uğraşamadım.
  Split'de çok turistik bir şehir olmasına rağmen şehirdeki fiyatlar Dubrovnik'den biraz daha düşük gibi geldi bana ki bunun nedeni turistlerle birlikte çok sayıda splitlinin de burada yaşıyor olmasıdır. Palasın dışına çıkıp modern Split'i de gezmek için zamanım oldu ve genel olarak Hırvatistan'a özgü temiz sokaklar ve çok güzel taş evler burada da beni çok etkiledi.
Split'de kaldığım gün Hırvatistan milli futbol takımının bir maçı vardı Euro 2012'de ve Split sokkaları takımlarının formalarını giymiş hırvatlarla doluydu ki zaten ülkelerine olan sevgilerini hırvatlarda her zaman görmek mümkündür. Türkiye'de milli maç olduğu gün Türkiye milli takımının formasını giyip dolaşan Türk yoktur ama tabii lafa geldiğinde de bizden milliyetçisi de yoktur. Hırvatların ülkelerine olan sevgi ve bağlılıklarını takdir ettim. Milli takım maçını binlerce genç şehir stadyumuna kurulan dev ekranda izledi sırf o gençlerin üzülmesini istemediğimden maçı kazanmalarını istedim ama maalesef  İtalya' yı yenemediler.

 2 gecenin sonunda tekrar Dubrovnik'e döndüm ve tatilime orada devam ettim.. Hırvat bir arkadaşla birlikte gece o dar merdivenli sokakların birinde oturup sohbet ederek şarap içtik.
Hırvatlara genel amerikalı ve avrupalı turist gibi yaklaşırsanız sert bir duvarla karşılaşmanız kuvvetle muhtemeldir fakat samimi bir şekilde ilgilendiğinizi anladıklarında size kapılarını alabildiğine açarlar ki bunu Hırvatistan'ın hemen her şehrinde sohbet ettiğim insanlarla yaşadım...