7 Ocak 2011 Cuma

Çocuk ve Oyun-1


 Çocukluk pek çok şeyden öte “oyun” demektir. Çocuklukta oynanan oyunlar onun kişiliği ve karakter gelişimiyle içine doğduğu toplumun temel kodlarını alması konusunda en belirleyici etkendir. Oyunla hayalgücü beslenir büyür. Çocuğun oyunları temelde 2 ‘ye ayrılır : Bireysel ve toplumsal oyunlar. Bireysel oyunlar onun iç dünyasını, toplumsal oyunlarsa içine doğduğu toplumu keşfetmesidir.Oyun çocuk için çok ciddi bir iştir, oyun çocuk için çocuk oyuncağı değildir…Babamın bana aldığı ilk oyuncağımı verişini hala unutamam ki sanırım 1 ya da 2 yaşındaydım, o oyuncağım plastikten yapılmış minyatür bir minik gitardı. Ona “dım dım” denirdi, sonraki oyuncağım ise plastik beyaz bir arabaydı.
Okul ve derslerden arta kalan zamanlarda çocuk oyun arar ve herhangi en basit şey bile birçocuğun elinde oyuncağa dönüşebilir çünkü bizzat hayatın kendisi çocuk için oyundur.  Bir oyuncağı kullanarak çocuk büyülü bir diyara girer ve insanoğlu toplumsallaştıkça o büyüden kopar ki yıllar sonra duyacağı çocukluğa özlem aslında yaşamın o büyülü yanıdır. Çocuklar büyü ile büyürler…
Çocuğun diğer çocuklarla birlikte oynadığı oyunlar o büyülü diyara toplu bir seyahate dönüşür. Toplumsal silsile yoluyla öğrenilen oyunlar çocuğu toplum yaşamına sokan kodlamalarla doludur. Bu oyunlarla çocuk rekabeti, paylaşmayı,kazanmayı,kaybetmeyi,dostu ,düşmanı velhasıl insanlar arası tüm ilişkilerin temel kodlarını alır. Bu tür oyunlar çocuğu topluma hazırlar yavaş yavaş. Çocuk  oyunla toplumsallaşıp “ben de varım” der. Oyunlar  iki farklı mekanda oynanır : ev ve sokak…

SOKAK OYUNLARI

CİLLİ İLE OYNANAN OYUNLAR :

Cilli : Bazı yörelerde misket veya bilye olarak bilinir bu küçük, şeffaf cam küreler. Biz cilli derdik hatta pürüzsüz nesneler için de “cilli gibi” terimi kullanılırdı. Bu cilliler de kendi içinde sınıflara ayrılırdı. Yanardöner cilli içinde birbirlerine sarılmış koyu renkli kuşaklarlar olurdu ve bu kuşak kürenin bir çeperinden başlar diğerine kadar uzardı ki özellikle bu tür cilliyi güneşe kaldırıp içine bakınca muhteşem ışık oyunları algılanmaktaydı. Sırf bu bile başlı balına oyundu.  Kemik tabir edilenleriyse ismini kemik gibi beyaz olmasından alırdı ve bunlar hiç şeffaf değildi. Kemiklerin yüzeyleri renkli damar şeklinde incecik kuşaklar olurdu. Bunlar diğerlerinden değerli de olsalar ben pek semezdim çünkü ışığı geçirmediklerinden güneşe kaldırılıp içine bakıldığında hiç bir şey görünmezdi. Bu cillilerle çeşitli oyunlar oynanırdı ki bu oyunlardaki nihayi amaç rakiplerden daha becerikli davranıp karşılığında rakibin cillisini kazanmaktı.
Baş : Yere düz bir çizgi çizilir ve kararlaştırılan sayıda oyuna katılan tüm oyuncular cillilerini bu çizgi üstüne koyardı. Bu çizgiye paralel 6-7m. ötesinde bir çizgi daha çizilirdi bunun adı “Kale”ydi ve cillilerin yanından önce herkes bu kaleye atış yapardı. Kaleye en yakın atış yapan 1. olmak üzere daha sonra diğerleri sıralanırdı ve bu kez 1. olan önceden dizilmiş cillilere atış yapardı. Cilli sırasının ilk sol başındaki cilliye BAŞ denirdi. Atıcı cillilere atış yapar ve vurup sıradan çıkarttığı cillinin sağındaki tüm cillilere sahip olurdu,dolayısıyla herkes Baş ı vurmak isterdi çünkü başı vuran hepsine sahip olurdu. Bu ilk atış ayakta yapılırdı ve atıcı dilediği gibi atış yapmakta serbestti tabii ki ayağı Kale çizgisinde olmak kaydıyla yani herkes aynı mesafeden önceki atışın belirlediği sıralamasına göre atış yapardı. Oyuncular ilk atışlarını yapar ve atışta kullandıkları kendi cillisine kimse dokunmazdı ve bunların sonunda ortada hala cilli kalmışsa bu sefer cillilere en uzak olan oyuncu, eli yere bitişik olarak cillisini parmaklarıyla kullanarak cillilere atış yapardı ve yine hangi cilliyi vurmuşsa onun sol tarafındaki tüm cillilere sahip olurdu.
Mors : Bu oyunda yere bir kenarı 10-15 cm. olan bir üçgen çizilirdi. Oyuncular birer tane cilliyi üçgenin içine yerleştirirlerdi ve üçgene 6-7m. uzaklıkta çizilmiş bir çizgiye(Kale) önce sıralama için atış yaparlardı. Kaleye en yakın olan 1. olur ve bu belirlenen sıralamaya göre üçgenin içindeki cillilere atış yapılırdı. Yapılan atışla morstan çıkartılan her cilliye oyuncu sahip olurdu fakat burada belirleyici bir kural atış yaptıktan sonra kesinlikle kendi cillisi morsun(üçgen) içinde kalmamalıydı bu bir fauldü ve bunun cezası o atışla çıkarttığı cillileri tekrar morsa koymakla birlikte ilaveten 1 cilli daha cebinden çıkartıp morsun içine koymasıydı. Ne kadar çok faul olursa o kadar cilli artardı morsun içinde. Morsun içindeki cilliler bitene kadar oyun sürerdi.
Yılan yolu : Benim en zevk aldığım oyun buydu ama oyunun öncesinde zahmetli bir hazırlık aşaması vardı. Yılan yolu için boş toprak bir arsa gerekliydi ve bu arsada elelr kullanılarak10-15cm genişliğinde kenarları kumdan yılan gibi gelişi güzel uzanan bir yol yapılırdı, yol kıvrıla kıvrıla tüm arsayı kaplardı. Yolun başlangıcı ve tabii sonu vardı ama bu son bir yılanın kafasını simgelemekteydi ki bu kafa kısmında kumdan küçük bir tepe olup hedef bu tepeydi. Yılan yolunda küçük yuvarlak kuytular açılırdı ki bu kuytulara giren (yaptığı atışla bunu başaran) ek bir atış hakkı kazanırdı çünkü normalde her turda her oyuncu tek bir atış yapardı ve eğer atışışla yolda ilerlerken yoldan çıkarsa başlangıç çizgisine dönmek zorunda kalırdı. Yolda atış yaparak ilerleyen oyuncu diğer oyuncunun cillisini vurmayı başarırsa yine ek bir atış hakkı kazanırdı ama her oyuncu diğerinin rakibi olduğundan bu vurma işini çok dikkatli yapmalıydı çünkü ek atış hakkı elde ederken rakibini hedefe yaklaştırabilirdi. Rakip oyuncunun cillisini yoldan çıkartırsa o rakip de oyuna en baştan başlamak zorundaydı. Yılan yolu çok uzun soluklu ama çok keyifliydi zaten bir oyuncu hedefe ulaştığında oyun biterdi.

Hiç yorum yok: