4 Ocak 2011 Salı

       UMUTTAN SÖZ ETMEK İSTİYORUM
Bu acıyı Cesar Vallejo olarak çekmiyorum. Şu anda ne sanatçı, ne bir insan, hatta ne de bir canlı varlık olarak acı çekmiyorum. Bu acıyı bir Katolik, bir Muhammedî yahut dinsiz olarak çekmiyorum.
Yalnızca acı çekiyorum bugün. Adım Cesar Vallejo olmasaydı da çekecektim bu acıyı. Sanatçı olmasaydım, aynı acıyı duyacaktım yine. İnsan da olmasaydım, hatta canlı varlık ta, böylesine çekecektim bu acıyı. Katolik te olmasam, tanrı-tanımaz da olmasam, Muhammedî de olmasam yine acı içinde olacaktım. Bugün en dipten başlayarak acı çekiyorum. Yalnızca acı çekiyorum bugün.
Açıklamasız bir acı içindeyim şu anda. Öyle derin ki acım bir sebebe bağlanamaz, bir sebebe de bağlanamaz. Sebep ne olsun ki? Ona sebep olabilecek önemdeki şey nerede? Hiçbir şey sebebi değil, hiçbir şey ona sebep olacak güçte değil. Bu acıdan doğan şey ne işe yarar.
 Benim acım bir tuhaf kuşların kuzey ve güney rüzgârlarından döllenip saldıkları tarafsız yumurtalardandır. Sevdiğim kız ölseydi, acım çektiğim acı olmakta devam ederdi. Boynumu kesselerdi usturayla, ben yine şimdi duyduğum acıyı duyardım. Bu hayatta değil bir başka hayatta olsaydım çekeceğim bundan başka bir acı olmazdı. Bugün en yücelerden başlayarak acı çekiyorum. Yalnızca acı çekiyorum bugün.
Açların acısına bakıyorum da benimkinden nasıl da uzakta görüyorum onu. Açlıktan ölecek olsam, bir ot olsun biterdi mezarımda. Aynı şey âşıklar için de öyledir. Âşığın kanı, hangi kaynaktan ve ne yöne aktığı belli olmayan benim kanım yanında nedir ki?
Şimdiye dek evrendeki her şeyin kaçınılmaz olarak baba-oğul bağlantısı içinde olduğunu düşünürdüm. Oysa bugün işte bakın ne babadır benim acım ne oğul. Batan gün olmaya tümseği yok, fazlasıyla sinesi var doğan gün olmak için ve loş bir yere konacak olsa hiç ışık salmayacak, aydınlık bir yere koysan gölgesi olmaz. Bugün acı çekiyorum, olsun ne olacaksa. Bugün acı çekiyorum yalnızca.
Cesar Vallejo
Çeviri : İsmet Özel

Bu kadar açık,bu kadar yalın ve bu kadar mı dürüst olur bir insan ! Hele açların acısına dair söyledikleri yoruma yer bırakmıyor...
 Eskiden biri sorduğunda "neyin var.. ne oldu ? diye, tatl tatlı canım sıkılıyor derdim.. bir nedeni yok öylesine kendiliğinden tatlı tatlı sıkılmakta canım.. ama bugün bu gri pus içinde tadı tuzu yok sıkıntının..buz gibi bir tecavüz gibi bu sıkıntı...kar yağmadan da gitmez..
Ağlıyordum yine böyle bir günde 3-4 yaşındaydım,ev kalabalıktı ve susturamıyorlardı. Ayakta yanaklarımdan yaşlar süzülerek ağlıyordum,bayram günüydü biliyorum herkes bizim evdeydi bir ara sordular "ne istiyorsun ?" o an düşündüm ve turşu istiyorum dedim..aklıma o gelmişti hiç unutmam sırf gitsinler diye başımdan çünkü o durumda başıma gelip ilgilendiklerinde kendimi suçlu hissediyordum. Komşu annem elindkei içi turşu dolu kocaman kaseyi bana uzattı al dedi kızanım bak sana getirdim..ben hala ağlıyorum "hayır..bu olmaz.." hani turşu istemiştin al işte turşu dediler bende cevap hazır : Lütfü aga'nın turşusu değil ! herkes gülmeye başladı kahkahalarla..ben ağlıyorum hala..
Bu olaydan 15 yıl kadar sonra yine evde bu kez bahçede bir gün batımında kızaran ufka bakarken farkına varmadan ağlamışım..annem beni öyle görünce "ne var.. nedir derdin söyle çözelim ?" yok dedim bir şey hiç bir derdim de yok.. içeriye geçmiş annem babamın yanına ve arkadan babam geldi.."nedir oğlum derdin söyle bana.."
 Sonra bu durumun ne büyük bir bencillik olduğunu gördüm ve asla belli etmemeye çalıştım bu hallerimi sevdiklerime çünkü bu üzülmeleri gerekip bir şeyler yapabilecekleri bir durum değildi.. Sevdiğim birini o durumda nasıl görmek istemiyorsam benim de görünmem büyük bencillik olurdu. Anne baba kardeş ve dostlar içinde buna en dirayetli olan babam çıkmıştı. bir tek o olayı dramatize etmeden direkt çok ince bir şekilde "oğlum hayat böyle ve elinden geleni yapacaksın hemen öyle su koyuvermek yok..." özünde durumdan çıkmamı sağlardı. Ama dedem bu konuda kraldı : o durumdayken ben, buruş buruş şefaflaşmış zar gibi ince derili elinin uzun ince işaret parmağını kalbimin üstüne koyardı ve parmağıyla kalbimin üstüne bir çerçeve çizerken aynı anda şöyle derdi : "demek gürcan'ın canı sıkılmış..o zaman canına bir pencere açalım..oradan dışarıya baksın da sıkıntısı geçsin..."
 O günlerden uzun yıllar sonra bir gün kötü bir dönenimde anımsadım bunu ve o an durdum yolda yürürken ve etrafıma baktım..dikkatle neredeyim ne var etrafta..gerçekten işe yaramıştı :)

Hiç yorum yok: