6 Ocak 2011 Perşembe

Mahabharata...


On bir yıllık bir çalışmadan sonra, 1985 yılında Peter Brook ve Jean-Claude Carriêre, Avignon şenliğinde, İ.Ö. IV. ya da V. yüzyıla kadar uzanan söylenceleri, serüvenleri ve Hint kültürünün dayandığı inançları bir araya toplayan Mahabharata’nın, bu destansı engin şiirin, sahneye uyarlanan bir yorumunu sergiliyorlardı. Bu oyunun (dokuz saate yakın sürüyordu) olağanüstü başarısından sonra, aynı yazarlar tarafından tümüyle yeniden hazırlanan senaryo üzerine bir film çekildi, daha sonra da birer saat altı bölümlük televizyon dizisi yapıldı. İşte şimdi de Mahabharata romanı karşımızda. Jean-Claude Carriére, ‘değişik düzeylerden hiçbir şey yitirmeden’, sahne ve sinema uyarlamalarında yer verilmeyen kimi bölümler ve yorumlar da katarak ‘öykünün tümünü kolayca okuma olanağı sağlamayı’ amaçlamıştır. Bir Hint geleneği şöyle der: ‘Mahabharata’ta bulunan her şey başka yerde vardır. Onda olmayan şey hiçbir yerde yoktur.’ Orada insani öfkenin yarattığı korku ve tanrısal kaprisin gizemi görülür. Orada kaygılı bir krala, şeytan büyücülere, karşı konulmaz kadınlara, dalaverecilere ve tanrılara rastlanır. Orada, herkese göre rolü belirgin olmayan tuhaf ve güleç Krishna’yla birlikte yürünür. Ama özde, bu öykünün işlediği konu, inatçı bir tehdit ve yinelenen şu sorudur: Bu dünya yıkılacak. Her şey bunu gösteriyor. Bu yıkılma gereksinimi nereden geliyor ve bunu önleme olanağı var mı?

 Bu kitabı bulup Mahabharata ile buluşmam benim için yaşamımdaki ince olaylardan biridir.  90′lı yılların başında bir gün,hemen her gün olduğu gibi Bursa’da Burç pasajındaki kitapçıların önünde sergilenen kitaplara bakmak için gittim ve pasajın içinde ağır ağır yürüyüp dikkatimi çeken kitaplara bakıyordum. Yürürken bir kitap gördüm daha doğrusu kitabın ismini :”MAHABHARATA” O an olağanüstü bir şey yaşadım, bu an’ı rüyamda görmüştüm. Ve Mahabharata’ ya girişim bu şekilde bir rüya ile gerçeğin çakışmasıyla oluşan güçlü bir şokla başlamış oldu ki bu  olayın üstünden 20 yıl geçmiş olmasına rağmen hala bu olaydan çıkmış değilim…
Hintçe “Mah” büyük, “Bharata” ise Ülke demektir. Hintliler kendi ülkelerine kendi lisanlarında sadece ülke derler, Mahabharata ise Büyük Ülke demektir. Destan Sanskritçe dilinde olup dünyanın en uzun şiiridir.
Temelde ülkenin krallığında hak iddia eden 2 ailenin savaşımı anlatılmakla birlikte bu olaydan bağımsız sayısız hikayeler de yer almaktadır. Mesela “Bhagavad Gita” destani Mahabharata içinde bir bölümdür fakat temeldeki olaydan bağımsız bir destandır. Gita’ ya “Mutlu yaşayan adamın ezgisi” denir. Büyük Savaşı başlatmak için Arjuna savaş arabasıyla iki ordunun tam ortasına gelir ve eline savaş borusunu alıp üfleyeceği an bir an duraksar. Ömrü boyunca o savaşa hazırlanmış efsanevi yenilmez  Arjuna birden derin bir kedere gömülerek silahlarını toprağa bırakır ve arabacısı biricik dostu Krishna’ya dönerek “Savaşmayacağım burada durup sadece kendimi savunacağım” der. Bunun üzerine Krishna savaşın,doğumun ve ölümün ne olduğunu,her şeyin doğasını uzun uzun Arjuna’ya anlatır ve neden savaşması gerektiğini de. Krishna Arjuna’yı alıp sonsuzluğun içinde bir yolculuğa çıkartır ve en sonunda dostuna kendi evrensel görünümüne bürünüp görünür. Arjuna o görüntüye baktığında sayısız devasa orduların,yıldızların,tanrısal yenilmez silahların nasıl onda doğup  yine onda yok olduğunu hepsinin tekrar tekrar dönüşümünü görür.
Mahabharata zihnimde öyle bir şekilde yer etti ki zamanla bu yüzden filmini izlemek istemdim çünkü benim gördüğüme benzemeyeceğine çok eminim. Krishna Arjuna, Bishma, Drona gibi karakterleri hangi oyuncu canlandırabilir ki ! imkansız bu…
Mahabharata da insan ruhunun pek çok gizemli yerleri tasvir edilir. Daha hikayenin başında “zaman” kırılır… Vyasa,  Mahabharata’nın anlatıcı ozanıdır. Destanı en başta sadece o bilmektedir  ve ormanda münzevi olarak yaşamaktadır. Destanda bahsi geçen krallığın yüzlerce yıl sonrasında yaşayan bir prensin yanına Ganeşa gelir ve ona krallığın büyük büyülü bir geçmişi olduğundan bahseder ve bunu da sadece Vyasa’nın bildiğini. Prens meraklı bir çocuktur ve öğrenmek ister o esnada Vyasa ormandan çıkagelir ve destanı anlatmaya başlar Ganeşa da yazmaya. Destanı anlatırken olaylar canlı olarak önlerinde serilir prens,Ganeşa ve Vyasa’nın ve direkt olayın içine girerler. Vyasa anlattıkça olaylar serilirken aynı zamanda olaya dahil olurlar ve yaşarlar. Bazen görünmezler destandaki kahramanlara bazense görünürler ve onlarla konuşurlar hatta bir ara krallığın geleceği bir prens doğmaması yüzünden tehlikeye girer o esnada yaşlı Vyasa prensesle cinsel ilişkiye girerek yeni prens dünyaya gelir.
Gizemli bir destan demek Mahabharata’yı küçümsemektir aksine Mahabharata bitmemiş, durmadan yenilenen ve bana göre günümüzde bile hala sürmektedir…
Yıllar önce bugün Mahabharata olarak bilinen yere gittiğimde bir olay gelmişti başıma buna dair. Ormanın kenarında bir ağacın alında oturan ihtiyar bir hinduya rastladım yanına oturdum,ikimiz de kendi lisanlarımızda konuşmaya başladık ve bir an bana geldiğim yerde yaşam nasıl diye sorduğunda ihtiyarın  tüm dünyanın Bharata yani ülkesi olarak algıladığını farkettim. ve cevap olarak sadece  gülümsedim :)

Hiç yorum yok: